27 Ağustos 2010 Cuma

Tatil planının son hali :)

Bir önceki postta belirtilen seçeneklerden hiçbiri gerçekleşmiyor. Son durum şu; Bayram sonrası 1 hafta da ben yıllık iznimden kullanıcam. 4 gün kadar annemlerin Alanya'daki yazlığına gidiyoruz, oradan da 5 günlüğüne Belek'te bir otelde kalıcaz. Xanadu :)) Okuduğum yorumlara göre çok güzel bir yer, bebek ve çocuklar için ayrı menüsü filan da varmış. Bakalım kızım burnumdan getirmezse iyice dinlenmeyi planlıyorum. :)

Biz bu kadar müsriflikle bu ev kredisini asla erken kapatamayız :( Koca beyi bıraksam Rixsosa filan gidecek, 5 günlük tutar yaklaşık 4000 tl ve beyimiz bunu ödemeye hazır taksitle:) Höykürdüm ve duruma el koydum yarısı kadar bir tutarla bu oteli buldum ki bence bu da fazla ama koca bey daha vasat bir yeri kabul etmedi. Ben de napim öğlen gittim kendime böyle lüks yerlerde giyecek yeni bir iki cici daha aldım:) (Ayakkabımı görünce çok kızacak :))


Tuğba'ya not:

Sevgili arkadaşım, bloğunu şifrelemişsin izlemek isteyenler benimle irtibat kursun demişsin ama nasıl olcak söylememişsin:) Bilgisayar özürlü biri olarak kendim yapamadım. Davet yollaman gerekiyor anladığım kadarıyla, bekliyorum canım...

Selinka'ya not:

Arkadaşım, bloğunu görüntüleyemiyorum, blog kaldırılmıştır falan diyor. Nooldu bilemiyorum ama hata varsa hemen düzelt, beni yazılarından mahrum bırakma:)

Zaten çok az blog izliyorum (yani gerçek anlamda izliyor ve yazdıklarını okuyorum), bunlardan da olmayayım :)

20 Ağustos 2010 Cuma

Bayram planları...

Annem bi yandan beni ve bebeği Alanya'ya ister, kocam beni annemlerin yanına postalamak ister, ben ise yayıla yayıla Ankarada üye olduğum spor klübünün havuzunda malak gibi oturmak istiyorum:)

19 Ağustos 2010 Perşembe

Döndükte sonra...

Pazar akşamı saat 8.30gibi Ankara'da olduk. Ama pestilimiz çıkmış saçı başı dağıtmışız, anneme bile haber vermek için aradığımda "nooldu sesin çok kötü bişey mi oldu yavruuum" şeklinde çok kötü durumda olduğumu, sesimin bile kendinden geçtiğini bana hatırlattı. Bavuları almak için bekliyoruz. Dönüyo Allah dönüyo sürekli bavul geliyo ama bizimkiler yok. Bir bavula sırf yeni alınanları yerleştirmiştim, hediyeler alınan yeni ciciler, benim eşyalarımı sırtçantama(kamp çantası gibi devasa bişey) tepiştirmiştim, diğer bavul ise kocamın şahsi eşyalarıyla yeni aldıklarına aitti. Sırt çantası yanımda olduğundan benim eşyalarda sorun yok, en son benim hediye bavulu geldi ve bavul yüklemesi durdu :) Bankoda biryığın bavul, bankonun etrafında da biryığın insan var. Toplu bir karışıklık olmuş ve yaklaşık 30 kişi filan bavulumuzu alamamış olduk. Benim tuzum kuru tabi, herşeyim gelmiş:) Koca bey küplere bindi, diyorlar ki bavullar bir sonraki uçakla gelecek, yarım saat içinde burda, iyi bakalım bekleyelim dedik. Herkes de bekliyo haa... Uçak geldi, bekleyenlerin bir kısmı bavulunu aldı, kocamın ve bir kısım yolcununki gene yok. 20 dakika sonra bitandaha gelecek bekleyin, gene bekledik gene bir kısım aldı biz kaldık, böyle diye diye 12'ye kadar bekledik :) Ama sonuç gene yok. Ben yorgunluktan yere oturdum mal gibi gelene geçene bakıyorum, koca bey sinirden köpürmüş şimdi bikaç kişiyi boğazlıycam diyo, en sonunda rapor tutturdum eve gönderin dedim. Biz de 12.40 gibi eve gelebildik:) Yani 4 saat havaalanında sürtmüş olduk:)

Bebeğimi çok özlemiştim, akşam 9.30da evde olursak en geç, onu da alır (kayınvalidemde kalıyordu) eve geçerim birlikte hasret gideririz diye düşünmüştüm ama nerde, bebek uyumuş. Bu arada ben ertesi gün işe başlamak zorundayım. Sabah erkenden gidip bebeği görüp tekrar ayrılmak istemedim psikolojisi iyice bozulmasın diye. O nedenle bebeğimi göremeden uyudum ve ertesi sabah işe gittim. Yani 1 gün gecikmeli olarak bebeğimi görebildim.

Ben gittiğimde yeni uyanmıştı, yataktan kalkmaya çalışıyordu, sarıldım öptüm inanamadı resmen. Sürekli bıdır bıdır kendi kendine konuşan çocuk dondu kaldı, 3 dakika ses çıkaramadı. Gülümsüyor, sarılıyor, sonra tekrar bana bakıp tekrar sarılıyor. İçim cız etti, birdaha çocuğumdan asla bukadar uzun süre ayrılmayacağım. Tabi ayrılık korkusu falan gelmiş heralde, sürekli benim peşimde dolanıyor, gece babasının kucağına gitmiyor, gündüz de her işini bana yaptırıyor:)

Bebeğin konuşmaya başlaması güzel birşey de, "anne işe gitme" demeye başladı. Ağlar gibi yapıyor ama ben bu konuda prim vermiyorum. Boşuna ağlama gitmek zorundayım akşam gelicem birlikte oynıycaz diyorum o zaman anlayıp susuyor, şimdiye kadar yaptığım en doğru şey bebeğime hiç yalan söylememiş olmam. Gideceksem gidicem diyorum, gitmiycem diyorsam asla gitmiyorum, o nedenle bana inanıyor ve güveniyor.

Döndük, 2 gün sonra Ramazan başladı, ben de bu sene oruç tutmaya niyetlenmiştim. İlk iki gün tuttum, koca bey de çok mutluydu, o hiç kaçırmaz zaten. Gece bana çay demleyip yiyecek birşeyler hazırlıyor sahura kaldırıyor, beraber yemek yiyoruz çok güzel muhabbetliyiz. Akşam da kayınvalide iftara çağırıyor. Herşey güzel ama benim boğazımda bir ağrı başladı, bi yandan da omzum tutulmuş. Orucum su içemiyorum ama nasıl ağrıyor. Gülemiyorum eğilemiyorum, yemek yemek yutkunmak işkence oldu. Sanki biri bööle yavaş yavaş boğazımı sıkıp beni nefessiz bırakıyor bir süre sonra da ellerini gevşetiyor gibi bir his yani. 3.gün tutamadım artık çok fenalaştım. Koca bey neyin var, bişey yoktur, bende de faranjit var abartıyorsun falan diyo. Doktora gittik, guatır bezi iltihaplanmış gibi gözüküyor dedi. %90 böyleymiş ama emin olmak için parça alacakmış. Ben de tabi olmaz dedim, antibiyotiğe başlattı ağrıkesici verdi, mutlaka boyun ultrasonu çektirmemi istedi. Koca beye olanları anlattım ondan sonra bana inandı:) Ben de oruca zorunlu mola vermek durumunda kaldım. Antibiyotikler bitene kadar böyle 4 gün filan daha kaldı heralde.

Kocam oruç, tabiki ona iftar hazırlamak benim görevim ama be adam insaf et 6.30da evdeyim , bebek sürekli kucak diyor ve bacağıma yapışmış durumda, azıcık oyala da yemeği hazırlayım diyorum çok yorgunum halsizim ilgilenemem diyorsun. Ben süpermen miyim, işten sonra alışverişe mi gideyim(pideyi tüm yemeklikleri ben alıyorum) evi mi toplayayım yemek mi yapayım sofra mı kurayım senle mi ilgileneyim bebekle mi ilgileneyim. Eminim bunların hepsini yapacak kapasitede olan becerikliler vardır aranızda ama ben öyle değilim. Sürekli paçamda anne kucak diyen mızmızlanan bir bebek ve aman ihmal etmeyim diye bir yandan onunla oynarken yemeğini yedirirken ben bunları yapamıyorum. Şu ev taksidi bir bitse haftanın 5 günü yardımcı alıcam tüm bu dertlerimden kurtulucam. Gücüm de yetmiyor, sabahtan akşama kafa patlatıyorum, gece bölük pörçük uyku, illa bebek bana yapışacak benle yatacak. Çaresiz kaldım, yetişemiyorum...

Ha koca bey de ara sıra alışverişe gidiyor, dün aldıklarını söyleyeyim, hamburger ekmeği, hamburger köftesi, koca bir kova(evet kova yanlış okumuyorsunuz) barbekü sosu, koca şişe acı sos, 12 tane 1 litrelik kola, bi paket piliç nugget. Daha da bişey demiyorum...

Şimdilik benden bu kadar.

18 Ağustos 2010 Çarşamba

Üçüncü bölüme ek :)

Yazmayı düşündüğüm bir şeyi atlamışım, hemen ek yapayım müsadenizle:) Burada herşey kızların görselliği üzerine yapılandırılmış, her yerde seksi seksi açık saçık kızlar. Kumarkanedeki kurpiyerlerin bir kısmı öyle, garsonlar zaten etek giymiyor :) Vallahi, bööle kısa bir tunik gibi altına parlak çorap :) Kumarhanelerde gezerken gündüz vakti podyum gibi yerlerde danseden şahane güzel kızlar gördüm. Bi bizim gibi turistler yolda ayaküstü bakıyor, kumar oynayanlar kaldırıp kafalarını göz ucuyla dahi bakmıyor, sanki farkında bile değiller. Yazık dedim içimden, maymun gibi herkesin ortasında gündüz vakti dans ediyorsun kı.ını başını sallaya sallaya ama beyhude yani, üzüldüm resmen, her yer böyle birsürü güzel kız saçma sapan biyerilerini sallıyor. Gece kulübüne gittik, dedim ya maymun gibi şov yapıyorlar diye, tavana bi tane lastik takmışlar, bildiğin kamyon lastiği, kızın teki cıbıl cıbıl geldi lastik üzerinde sallanıyo:) Gece herkes sarhoş, herkes bir alem, bu da Vegasın kötü yönü.

(Bi de porsiyonlar oldukça büyük, salatalar korkunç, herşey kızartma ama ben sürekli yürüdüğüm ve günde 2 öğün yediğim için kilo almadan gelebildim.)

17 Ağustos 2010 Salı

Amerika'yı fethettim :) (Üçüncü bölüm)

Evet farkındayım, bu üçüncü bölüm arkası yarın gibi değil arkası haftaya gibi birşey oldu:) İşler çok birikmiş, bir türlü fırsat bulup yazamadım. Hemen başlıyorum... (Madem geciktik en uzun yazı bu olsun)

Efendim, en sonunda lanet otelden kurtulmuş olmanın vermiş olduğu sevinç ile bavullarımızı hazırlayıp sabah erkenden yola koyulduk. Günde bir defa otobüs seferi varmış, o da sabahın köründe. Ama biz nasıl mutluyuz, nasıl heyecanlıyız :) Biletleri aldım, sıra numarası filan yok. Meğerse Amerika'daki otobüslerde koltuk numarası uygulaması yokmuş. Bulduğun yere çöküyorsun tabiri caizse :) Valla bizim otobüs firmalarının gözlerinden öpüyorum. Sözde bizimki lüks bir otobüs firmasıydı, pahallı olanını seçtim gene rezil olmayalım diye ama bizim buradaki 3. sınıf otobüs firmalarıyla aynı kalitedeydi. Daha iyisi yokmuş :) 5 saat kadar yolculuk ettik. Yollarda görülecek hiçbirşey yok, çölün ortasından geçtik. Bir ara mola verdi, aşağıya indim bööle yüzüme fön tutmuşlar gibi, nasıl sıcak anlatamam. Yiyecek içecek aldık bindik yolumuza devam ettik. Otobüsteki host-türkçesi muavin :)) tam nonoştu. İyi yarı kilolu ama bi kibar eller kollar nasıl zarif hareket ediyor. Bizim kocaya göz süzmeler, şaka yapmalar. Bana da eğlenecek konu çıktı :) Adam Las Vegası tanıttı yol boyunca, şunu yapın bunu yapın, derken tüm Amerika'da kamuya açık yerlerde (yol,park vs) rahatça içki içebileceğimiz tek yerin Las Vegas olduğunu söylemez mi? Yahu biz de otelin bahçesinde rahat rahat içki içiyoduk, bi Allahın kulu da bizi uyarmadı. Meğersem önümüzden polis geçse bizi tutuklayıp içeri atabilirmiş :) O zaman seyredin eğlenceyi, daha da benden haber alamazdınız 3-5 ay :))

Neyse, sonunda ulaştık canım Vegasıma :) Adamlar harbiden çölün ortasına vaha yapmışlar. Nasıl görkemli yapılar, nasıl bir güzellik anlatamam. Meğerse gece çok daha şahane oluyormuş, her taraf ışıl ışıl. Hafta içi oteller çok ucuz, demiştim ya bir gün önce geldik diye, hemen internetten 33 dolara merkezi güzel bir otelde iyi bir oda ayarladım. Gittik yerleştik. Tabi ne de olsa 5 saat otobüs yolculuğu yapmışız, yol yorgunuzyuz. Dedik ki bugün öğleden sonra otelde takılırız, akşama da dışarı çıkarız. Ben masa oyunlarından anlamam anca kollu makinelerde takılabilirim. Ama koca bey tam bir canavar, ne de olsa 4 sene Kıbrıs'ta okumuş, kumara bir aşinalığı var :) İndik aşağı, ben bööle dolanıyorum, 5 dolarla falan 1-2 saat oynadım ay sıkıldım içime fenalık geldi. Koca da masanın birine oturmuş kalkmıyo sinir etti beni, kalk diyorum burada birbirimize bulaşmayalım daha birsürü gün var gezeriz falan diyo. Böyle 1 saat daha geçti ben artık çok kızım, birbirimize birkaç laf ettik ben sinirden köpürüyorum ama, gittim bir makineye oturdum, baktım görüş hizamda bana bakıyor, göremesin diye yan makineye kaydım. Boş boş oturup makineyi meşgul etmiyim diye 1 dolar koydum, yanlışlıkla maksi bet'e (yani en yüksek bahis) basmışım, bir doların tümüyle oynamışım böle garip garip ışıklar yanmaya başladı, sinirliyim ya noluyo be diye makineye kızıyorum, birden rakamlar artmaya başladı bitmiyo 2 dakika falan sürdü heralde, 1 dolar tek basmada 123 dolar oldu:))) Bende sinir filan kalmadı, kocacııım bak hele diyip kazandığım paraları gösterdim barıştık :))

Ama ilk başta kazanmak benim için kötü oldu, yavaş yavaş bahisleri arttırmaya başladım aldım verdim ayrılırken 200 usd zararım vardı :))) Ay ne manyak insanlar var, yaşlı yaşlı teyzeler sapık gibi gözünü ayırmadan oynuyor. Benim de bu kumar işine biraz zaafım var, biliyorum. Koca bey de bak işte sen de bunlara benziycen ilerde diye benle dalga geçiyo:)

Böle her gün kumar, her gün gezme derken rüya gibi vakit geçirdik. Oteller birbirine alttan monorail (metro gibi bişey) ile bağlı, öyle sıcakta sürünmeye gerek yok ama ben yapıları dıştan göreyim diye bayağı bir gezdim. Hatta koca beyin ayağı tekleyince onu otelde bıraktım kendim gezdim:) Oteller insanları çekmek için türlü türlü atraksiyon yapıyor, mesela Treasure Island otelinde havuzda korsan gösterisi vardı. Kocaman 2 gemi hareket ediyor, birinde erkekler birinde kızlar var, korsan bunlar. Ama hepsi de fıstık gibi mini şortlar büstiyerler dans ederekten savaşıyorlar:) Sözde biri diğerinin gemisini ele geçiriyor :) Belagio Otelde su gösterisi var, rengarenk ışıklar, müzik eşliğinde çok şahane bir görsel şölen sunuyor. Güzel bir fıskiye sistemi anlayacağınız. Bizim burda Belekteki Rixos Primium'da da var.(yani 2 sene önce vardı) Bir de yanardağ gösterisi var, su ve ışıklandırma bir de alevlerle tam önünüzde yanardağ patlayıp lavlar akıyormuş gibi gözüküyor. Öle basit değil yani, patlamalar filan oluyor ve sıcak yüzünüze vuruyor. Etkileyici bir gösteri, benim çok hoşuma gitti.

Şimdi gelelim şaşırdıklarıma. Yol kenarında (en lüks yerlere, ara sokak değil yani) gece gündüz demeden garip meksikalı tipler var. Üzerlerindeki tişortlerde kadın bulunur, 24 saat kolay ulaşım filan yazıyor. Ellerinde broşürler herkese uzatıyorlar, çıplak kadın resimleri. Alenen fuhuş ilanı yani. Sayıları da çok fazla. Bu arada başımıza iş gelse nolurdu bilmiyorum, çevrede hiç polis görmedim.

İkincisi tüm Amerikada bardağın tamamına yakınına buz koyma hastalığı var. Bi kola istiyosun ağzına kadar buz, iki çekmede bitiyo:) Gerçi kolalar genelde refil yani istediğin kadar doldurabiliyorsun. İçecekler zaten soğuk, ben buz koymayın dedikçe onlar şaşırmaya başladı bu sefer :) Dışarısı anormal sıcak kabul ediyorum ama bukadarı da fazla yani, buzlu su satıyorlar pet şişe, çok susamıştım aldım, yemin ederim 2 yudum aldım su bitti, pet şişeyi de dondurmuşlar, kafayı yiyodum:)

Alışveriş yapmadan olmaz tabiki, bir outlete gittik, çok ucuz, mesela kendime 22 dolara çok güzel bir puma spor ayakkabı aldım. En çok bebeğime güzel ciciler aldım, spor ayakkabılar elbiseler. Ama biz Türklerdeki büyük alma hastalığı ben de ziyadesiyle mevcut, kocaman şeyler almışım farkında olmadan, seneye giyecek inşallah :) Bir de kendime iphone3gs aldım, kocam kıskandı resmen, sonra gittik ona da aldık:)

Bir günlüğüne araba kiraladık, Hoover Dam diye bir baraj var, orayı görmeye gittik, ay adamlar bir baraj yapmış inanılmaz. Gezelim diye bilet aldım, barajın dibine indirdiler, basınç değişikliğinden mahfolduk. Çıktık, sersem gibiyiz. Grand Kanyona gidemedik, vakit yetmedi, biz de Meade Lake'e gittik. Çok güzel bir göl ve çevresinde yerleşim yerleri. Millet teknesini almış, herkeste bir köpek hayatlarını yaşıyor. Bizim koca çok özendi, herkes limanda birbiriyle arkadaş sakin sessiz bir hayat. İskelede yürürken bir baktım kocaman kocaman somonlar ama ne miktarını ne büyüklüğünü anlatabilirim o yüzden gösteriyim size..




Benim karnım zaten aç, balıkları görünce resmen ağzım sulandı, ne güzel yerim ben bunları bee diye yalanırken koca bey şaşkınlıkla bana bakıyordu :) Cidden canlı hayvanlara bakarken ağzı sulanan benden başkası var mıdır acaba???

Otele pestili çıkmış bir şekilde döndük. Çok meşhur bir gösteri için rezervasyon yaptırmıştım ama biletleri almaya yetişemedik, bir tek ona üzülüyorum.

Gitmişken sergileri gezmemek olmaz, akvaryum, titanik ve bodies sergilerini gezdik. Akvaryum-shark reef dedikleri sergi şahaneydi. Çeşit çeşit balıklar, deniz canlıları, köpek balıkları inanılmaz devasa akvaryumlar. Washington'da da gittim valla beş para etmez, bizim Ankara'daki hayvanat bahçesinin akvaryumu bile ordakinden daha güzel. (Singapur'da da gitmiştim oradaki de şahane bu arada.)


İkinci sergi Titanic, etkileyici ama çok da şart değil. Titanikten kurtarılan gerçek eşyalar var. Yaşam hikayeleri anlatılıyor ölenlerin. Hani olmazsa olmaz değil, görülebilir.

Üçüncüsü ise çoook ilginç, muhteşem bence. Bodies, insanların her parçasını kesmişler, önden yandan ortadan, her türlü iç organ, damar sistemi, kas-kemik sistemi.. Hem korkunç hem ilginç. İstanbul'a gelen sergi gibi değil sanki, daha farklı (onu görmedim ama, televizyonda izledim birazcık). Eğer yolunuz düşerse ve korkmazsanız mutlaka ama mutlaka gidin.

Sonuç olarak ben kaybettiğim 200 usd için yanıyorum, kocanın kaybettiği miktarı bilmiyorum korktuğu için benden saklıyor olabilir ama o çok mutlu, değdi vallahi çok eğlendim diyo. Birsürü giysi aldım, gezdim gördüm, sıkıntılarımı unuttum, bebeğimi özledim. Nihayet cumartesi bindiğimiz uçaktan pazar akşamı indik, memleketimize geldik.

Geldik de macera bitti mi? HAYIIIIR :) Arkası yarın :)))

12 Ağustos 2010 Perşembe

Amerika'yı fethettim :) (İkinci Bölüm)

Ohh negüzel gezdik tozduk yedik içtik, şimdi çocuklar gibi eğlenelim Los Angeles, Disneyland, Universal Stüdyoları'nı gezelim diyerekten düştük yollara... Aktarmalarla birlikte 7 saat civarı bir uçak yolculuğu daha yaptık. Ben aslında yolculuğun en eğlenceli kısmının bu olacağını düşünüyordum. Ama içimde otel ile ilgili kuşkular da vardı. İlk kısımda belirtmiştim, kullandığım sistemde otelin adını görmeden seçip parayı ödüyorsunuz diye. Ben gene kendimi şanslı zannederken meğersem bölgeyi uzak seçmişim. Yani sistem güzel lakin benim hatamdan dolayı fena olmayan ama uzak bir otel denk geldik. Bu nedenle şüpheliydim nası ulaşıcaz diye, en kötü ihtimalle biraz fazla taksi parası öderiz filan diye düşünüyordum. Havaalanından taksiye bindik, taksici Koreliymiş, biz de Türküz ya bizi çok sevdi sohbet falan etti, otele bırakırken de gece dışarı çıkmamamızı sıkı sıkı tembihledi. Bööle daha otele adım atmadan panikledik. Otele bir gittik, aklıma gelen ilk şey "Allahım biz nerelere düştük" demek oldu. Otel güzel, ama çevresi korkunç ötesi. Hani televizyonda Crime Investigation- Suç Dosyası gibi bir program var, denk geleniniz olduysa Los Angeles bölgesindeki meksikalı-zenci çetelerden bahsediyor, sanırsam orada bahsedilen yerlere çok yakındık:) Koca bey sigara su yiyecek bişeyler almaya yakın bir markete gitti.Döndüğünde canı çok sıkılmıştı, benim için farketmez ama yanımda sen varsın gece burda dışarı çıkmıycaz bilesin dedi. Yolun kenarında öbek öbek oturmuşlar, nasıl bakıyorlar. Benim başımdan aşağı kaynar sular döküldü, kendimi suçluyorum adam gibi rezervasyon yaptıramadım diye. Allahtan Otel güzel ve emniyetliydi. İlk gün Universal Studyo-Los Angeles turu vardı. Sabahın 8inde bizi almaya geleceklerdi, otelin önünde 10 dakika kadar falan bekledik, o saatte bile her tarafta öbek öbek üçerli dörderli garip tipler vardı ve bişey de yapmıyorlardı öyle oturuyorlar ya da ayakta duruyorlar. Benim moral sıfır oldu tabi.

Neyse bizi almaya geldiler. Universal stüdyonun özel bir bileti var, neredeyse normal biletin iki katı fiyata sahip ama sıra beklemiyorsunuz, her atraksiyona ilk binme hakkına sahipsiniz ayrı kapılar var filan. Universal Stüdyo ne menem bişeydir diye sorarsanız çok eğlenceli bir yer, acaip güzel şovlar ve eğlenceler var. Hayatta görülmesi gereken yerlerden biri. Allahtan o biletten almışım, bir gittik nasıl kalabalık nasıl kalabalık anlatamam. Güneş, sıcak felaket. Sıralar göz alabildiğine uzanıyor :) Koca bey önce algılayamadı durumu, napıyo bunlar diye, öyle bir kalabalık yığını var ki, sıra olabileceğini dahi düşünemiyo, konser filan mı var diyo bana:) Neyse biz aldık bu VIP geçiş kartlarımızı, her şeye kalabalıkların yanından geçip biniyoruz. Bekleme süresi yok gibi bişey. Millet bize ve bizim gibilere öldürecek gibi bakıyor. Önce koca bey utandı, nası geçicez milletin yanından diye tırstı. Ayıp olurmuş:)) Sonra bir alıştı pir alıştı, gerine gerine geçiyo:) Zaten çok uzun yürüyemiyor (ayağında sorun var topuk dikeni gibi bişey heralde sabahları bir süre ciddi ciddi topallıyor), bi de demez mi "ben bu kuyruklara asla giremem ayakta durmam mümkün değil" Ama bizim bu bölgedeki son iki günümüz Disneyland'de geçecek, orada böyle bir sistem yok ve sırada beklemek zorundayız. Ben biliyorum kocamı, beklemem diyorsa beklemez sırada, benim de burnumdan getirir. Hele bir yarın olsun dedim içimden, o zaman kavgaya tutuşuruz:) VIP kart olduğu halde tüm showlara ucu ucuna yetiştik, turun dönme saatinde hepsi bitmişti.

Akşam ise Los Angeles turu yaptık. Anam hertarafta (her kaldırımda) şu meşhur yıldızlar var. Ben başladım bu adamı çok severim bunun yıldızıyla (kendisini bulamıyoz ya kaldırımda yer alan yıldızla idarede edicez artık) çek beni diyip yerlere yatmaya, iki adım atıyorum bir başka çok meşhur sinema oyuncusunun yıldızı, haydaaa yat yere bununlada çekinmem lazım diye diye yaklaşık 15 kere yattım kalktım:) En sonunda koca bey cırladı yeter artık daha da çekmiyorum diyip resti çekti. Bu Los Angeleste ne kadar güzel kadın var yahu, hepsi toplaşmış defilede gibi gezip duruyorlar. Koca bey başladı, bi bizim kaldığımız yere bak, bi bunlara. Bi de beni sinir etmek için off of diye iç çekiyo :)

Amerikan kadınlarına dair bir tespitte daha bulundum; bunların ayak tırnakları çok bakımlı, her tarafta manikür-pedikür salonu var ve tıklım tıklım dolu. El tırnaklarını çok sallamıyorlar ama ayak tırnaklarına çok hassaslar. Hiç böyle ojesiz açık ayakkabı giyen görmedim. Neyse, 3 saat sonra filan ucube otelimize geri döndük. Çok yorulmuştuk zaten yakında da bar tarzı bir yer yoktu, olsa da çıkamazdık zaten, otelin bahçesinde aldığımız biraları içtik. Bu arada otelin barı da yok :) Olsa zaten bahçede sürtmezdik.

Ertesi gün taksiyle (taksi paraları da fena kaçtı bu arada bana) Disneyland'e gittik. Ve şok şok şooook, aldığım biletler çalışmadı, internetten 225 usd ödeyerek satın almıştım. İşte bukadar moral bozukluğundan sonra başladım çocuk gibi ağlamaya. Evet evet koca kadın Disneylandin önünde çocuk gibi ağladım. Sinirlerim oynadı, dolandırıldığımı zannettim. (Gerçi dolandırılmamışım, sadece bir aksaklık olmuş, paramı iade ettiler, isterseniz yeni bilet gönderelim de dediler ama ben istemedim) Otel de kötüydü zaten biran önce oradan ayrılmak istedim. Kocanın da canına minnet ben ayakta duramazdım zaten isabet olmuş dedi.Ama bi yandan da beni teselli ediyo, istersen hemen yeni bilet alalım sen bin ben seni beklerim falan diyo. Allahtan bi de o üstüme gelmedi, destek oldu yoksa iyice kafayı yemiştim. Hemen gerekli ayarlamaları yaptık koca beyle, ancak ertesi sabah Las Vegas'a doğru yola çıkabildik otobüsle.O gece de orda kalmak zorundaydık ama otele dönmedik hemen, merkezi alanda kaldığımız için otele gidene kadar çok güzel eğlendik, çok şahane yermiş yani orası ama benim kelekliğim yüzünden burnumuzdan geldi işte. Sadece o kısmı 1 gün kısaltıp Las Vegas'a eklemiş olduk.

Las Vegas'ın detayları ise arkası yarında :))

11 Ağustos 2010 Çarşamba

Hayırlı Ramazanlar

Bu arada herkesin Ramazan ayı hayırlı olsun. Hamilelik emzirme derken iki yıldır oruç tutmamıştım, bu sefer tutmaya başladım, tutabildiğim kadar tutucam. Ama çoook acıktım, çoook susadım :) Bu akşam kaynanoşa iftara davetliyiz. Biz yokken bebeğime çok güzel bakmışlar, gerçi bu akşam lafı çakacak gene "çok uzun bıraktınız ne gerek vardı bırakmayın" diye. Ben de diyemiycem ki senin oğlun peşime takıldı, ben 1 hafta gidip gelicektim, o da takılıp las vegasa gidelim diyince işler uzadı. Ama iyiki gelmiş, onsuz hiçbiryeri doğru düzgün gezemezdim, bana da çok destek oldu. Hem karı-koca gerçekten çok ihtiyacımız vardı biraz yalnız kalmaya. İkinci balayı oldu resmen:)

Sonuç olarak Allah bu mübarek ayda tüm duaları kabul eder inşallah...

Not: ACIKTIIIIMMMMM

10 Ağustos 2010 Salı

Amerikayı fethettim :) (Birinci bölüm)

Merhaba arkadaşlar,
Nihayet dönebildim, çok uzuuuun ve yorucu bir tatil oldu. Yavaş yavaş herşeyi yazıcam, yazayım ki birgün sizin de yolunuz oralara düşerse benim yaptığım hataları yapmayın:)

Pazar günü sabahın köründe kalktık, uçak 7.30da olduğundan ve kocamın havaalanına erken gitme saplantısı olduğundan 2 saat önce orada olmamızı sağlayacak bir shuttle ayarladım. Hani şu seyehate yönelik kredi kartları tarafından belli bir ücret karşılığı istediğiniz saatte evden alınıyorsunuz ya, işte ondan. Neyse, biz daha karga b.kunu yemeden havaalanında olduk. Koca bey söylenmeye başlamıştı, vay senin bu iş seyehatin nerden çıktı, çok uzun 15 saat yol nasıl çekilir bıdı bıdı... söylemlerinden sonra uçağa bindik, İstanbul aktarmalı, daha sonra da Şikago, ordan Washington. 3 uçak değiştirdik yani, toplamda da 23 saat sürdü. Ama olan bana oldu, ben zaten 72 kiloluk irikıyım bir hatunum, kocam da pehlivan misali kocaman bişey. Bize uçak dar geldi, itişe kakışa geldik resmen. Bi de benim alanıma yaylıyo, dipdibe fenalıklar geçirdim.

Neyse,yapış yapış bir yolculuktan sonra indik uçaktan. Ey Washington, sen ne güzel, ne düzenli bir şehirsin. Otele ulaşmak kolay oldu,metro otobüs hallettik. Kaldığımız otel çok merkezi bir yerde lüks bir oteldi. Üstelik de fiyatı bayağı uygun oldu. Bunu da açıklamak istiyorum çünkü gezimizin birsonraki durağında bu sistem yüzünden kafayı yiyecektim. Amerikada gezi siteleri var, internet üzerinden herşeyi halledebiliyorsunuz. Öncelikle kalacağınız bölgeyi seçiyorsunuz, otelin yıldızını ve genel yorumlara,fiyata bakarak ve şansınıza da güvenerek otelin ismini görmeden o otel seçip parasını ödüyorsunuz. Yani oteli seçip rezervasyonu onayladığınız anda para hesaptan çekiliyor ve o anda otelin adını öğreniyorsunuz. Bu nedenle de fiyatlar çok uygun olabiliyor. Netekim ben neredeyse yarı fiyatına kaldım. En kötü tarafı da iade veya değişiklik yapamıyor olmanız. Şimdi bunu neden açıkladım, onu da yazımızın ikinci bölümünde anlayacaksınız :)

Şahane merkezi bir otel, bizim keyfimiz gayet yerinde, ben eğitim nedeniyle sabah çıkıp akşam otele dönüyorum, koca bey kendi başına geziyor. Eğitim de eğitim ama, valla çok güzeldi, hem konu ilgi çekici hem de ilgi ikram süper, çok da sıkmadılar. Sabah kahvaltı, öğleden sonra snack dedikleri hergün değişen bir çeşit ikram, çay kahve kola meyvesuyu gani gani, çeşit çeşit, iç içebildiğin kadar. Söylemeden geçemeyeceğim, bi gün ders esnasında kapı çalındı, adamın biri elinde kovalarla girdi, dedim herlade temizlik yapacak ::) meğerse adam buzlu kovalar içerisinde dondurma getirmiş. :) şimdi bunu niye anlatıyorum, hiç mi dondurma yemedik hayatımızda :) Adamların kendilerini tanıtmak, katılımcıları memnun etmek için yapmadıkları şey kalmadı. Ödenek de ayırmışlar, her türlü konforu sağlamışlar. Bir de bizi düşündüm, kendi kurumumu, bize verdikleri değeri, çalışan memnuniyetini... Kıyas götürmüyor maalesef. Zaten adamlar kendi çalışanlarına da süper lüks imkanlar sağlamışlar, kıskana kıskana bi hal oldum :)

Değinmek istediğim birbaşka konu daha var, insanları gözlemledim. Bu Amerikalılar hakikaten soğuk mevhumu olmayan insanlar. Tamam dışarısı yanıyor ama neden klimayı en soğuk ayarda çalıştırıp buz gibi yerde oturuyosunuz. Valla bir ara soğuktan ölecem zannettim, Allahtan yanımda bir hırka vardı da durumu kurtardım. Onlar bana uzaylı muamelesi yaptı bu yüzden ama olsun :) Bi de bu parmak arası terliklerde ne buluyorlar onu anlamadım, millet takım elbisesinin altına, kotun altına gezmede resmi yerlerde hep bunu giyiyor. Benim de var ama deniz kenarında filan kısa süreli kullanılacak yerlerde giyiyorum, onda bile hemen parmaklarımın arası yara oluyor, acıyor. Bunlar saatlerce gezebildikleri gibi, kendi el kadar bebelerine de bundan giydiriyorlar. Ha bi de yaz kış giyiyorlar:) 3 sene önceki seyehatim kışa denk gelmişti, ben üzerimde palto olmasına karşın soğuktan gebermek üzereyken bunlar parmak arası terlik giyiyordu. Anlamadım, anlamak da istemiyorum :)

Eğitimden kendime de pay çıkardım, ingilizcem çok gerilemiş, çok moralim bozuldu, hiç zorlanmazdım şimdi ciddi ciddi konuşurken zorlanıyorum. İşler yığılmış ben yokken, hafifleteyim biraz da artık her gün 1 saat kadar ingilizce çalışmaya başlıycam.

Şimdi geliyoruz yolculuğumuzun ikinci ayağına. Bu kısım biraz kabusvari geçti. Washingtondan uçakla Los Angeles bölgesine geçtik. Ama arkası yarıınnnnn :)))